Ege rotası
Egede 8 günde ne yapılır
Akdeniz ve Ege bölgesine ilk seyahatimi 2020 yılında yapmıştım. O kadar etkilenmiştim ki, Türkiye’de temelli kalmaya karar vermiştim. İşlerimle ilgili uzun süredir düşündüğüm konularda hızlı eylemler gerçekleştirmiş, bir an önce yerleşik hayata geçmeye karar vermiştim. Hatta 2 yıl sonrasında aynı rotayı tekrar yapmıştım. Şimdi ise sizlerle Ege de yaptığım başka bir gezimi paylaşmak istiyorum. Umuyorum ki, sizlere de fikir olur. Ben bu geziyi 8 günde yaptım, lakin sizin zamanınız var ise daha uzun da yapabilirsiniz. Kendi aracınız ile yapacaksanız, sezon açılmadan veya Eylül ayından sonra yapmanız daha keyifli olacaktır. Bayram tatili ve yaz aylarında sıcak ve kalabalık olduğu için hem daha az keyif alır hem de bu kadar yeri gezmeye sıra bekleme yüzünden zamanınız kalmaya bilir. O zaman gün-gün ne yaptım başlıyorum.
1. Gün – Alaçatı/Çeşme, İzmir
İlk günümüz sabahın erken saatlerinde İstanbul’dan Alaçatı’ya yolculuk ile başlar. Yolculuk süreniz ve çıkış yaptığınız ilin uzaklığına göre bunu istediğiniz gibi planlaya bilirsiniz.
Asma Yaprağı Ovacık şubesi -varış sonrası yemek için ilk durağımız bu restoran oldu. Burası kış bahçesi konsepti ile zeytin ağaçları arasında çok güzel bir mekân. Rezervasyon ile gitmenizi öneririm. Fiyatlarına da önceden bakmanızda fayda var, zira Alaçatıya göre bile fiyatları çok yüksek kalıyor. Bütçenize fazla gelirse tercih etmeyebilir, onun yerine Alaçatı içerisinde yerleşen mekanları tercih edebilirsiniz.
Alaçatı sokakları- Alaçatı’da özellikle görülecek yerlerden ziyade sokaklarında gezmeniz gerekiyor. En güzel sokaklar ise Kemalpaşa Caddesi ve Hacımemiş Mahallesidir. Bu sokakları gezerken birçok mağaza ve kafeler var, her birinin tasarımı da kendine özgü ve kesinlikle çok güzeller.
Pazar Yeri Cami- 1874 yılında bir Ortodoks Rum Kilisesi olarak inşa edilen Ayios Konstantinos Kilisesi'nin 1900’lü yıllarda camiye çevrilmesi ile hizmete başlayan Pazaryeri Camii, klasik kilise mimarisine sahip bir camidir. Köyiçinde yerleşiyor.
Alaçatı Yel Değirmenleri- Alaçatı’nın simgesi haline gelen şirin yel değirmenleri, 1800'lü yılların ortalarında inşa edilmiş ve çok güzel gün doğumu ve gün batımı manzaraları sunuyor.
Güneşi batırdıktan sonra, akşam da yine sokaklarda önünüze çıkan, hoşunuza giden mekanlarda vakit geçirebilirsiniz.
2. Gün – Alaçatı/Çeşme, İzmir
Sabahın erken saatlerinde kalkıp Yel Değirmenlerinde güneş doğuşunu izleyebilirsiniz. Eğer sizin de bir köpeğiniz var ise onu gezdirmeniz için de en uygun yer değirmenlerin alt tarafında yerleşen otoparkın kenarı olabilir.
Çeşme kalesi- Kahvaltı ardından Çeşme merkezine gidiyoruz. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dahil edilmiş olan Çeşme Kalesi II. Beyazıt döneminde 1508 yılında denize hâkim bir konumda inşa edilmiştir.
Çeşme müzesi- Çeşme Kalesi’nin içinde yer alan müzede Erythrai Antik Kenti kazılarında elde edilen eserleri de görebiliyorsunuz.
Çeşme Marina- Müzeden çıktıktan sonra hemen yanında olan marinada sahil şeridi boyunca gezebilirsiniz. Birçok mekân bulunuyor, bir şeyler yiyip-içe bilir, vakit geçirebilirsiniz.
Ilıca plajı- Şifalı olduğuna inanılan bir plajdır. Türkiye'nin en güzel plajlarından biri olarak gösteriliyor. Giriş ücreti bulunmuyor. Güneşi burada batıra bilirsiniz.
Bu gezimde benim vaktim kalmadı, ama eğer sizin zamanınız olursa gezinize otantik, güzel Ege köyleri Germiyan Köyü ve Barbaros köyünü de ekleyebilirsiniz.
Konaklama için Çeşmeyi de tercih edebilirsiniz, Alaçatıya da dönebilirsiniz. Ben Alaçatı’da konaklamayı tercih ettim.
3. Gün – Sığacık-Şirince, İzmir
Lavantalı Konak- erkenden yola çıkıp Sığacık körfezi sahilinde yerleşen bu konakta kahvaltı yapabilirsiniz. Yemek sonrası ise 20 dk. sürüş mesafesinde yerleşen Teos Antik Kentine doğru yola çıkıyoruz.
Teos Antik Kenti – M.Ö. 1000 yıllardan kurulduğu düşünülen bir İon kentidir. Geniş bir alana yayılmış olduğu için en az 2 saat vakit ayırmanız lazım. Gezmesi çok keyifli bir ören yeri. Patikaların kenarları genellikle yaşlı, değişik formlarda zeytin ağaçları ile çevreleniyor.
Sığacık merkez – Antik kent gezisi sonrası merkeze gidip, çok tatlı sokakları ve mekanları olan bu köyde dinlenebilir, serin bir şeyler içe bilir, alışveriş yapabilirsiniz. Kale dışında gezilecek özel bir yer bulunmuyor, ama sokakları çok güzel ve rengarenk bir köy.
Şirince köyü -Sığacık’ta dinlenip, alış-veriş yaptıktan sonra iki saatlik yolculuk sonrası Şirince köyüne varıyoruz. Köyün girişinde ilk olarak sizi otopark için yönlendiren birçok insanla karşılaşıyorsunuz. Şarap mahzenlerinden alış-veriş yapacaksanız onların alanlarına park edebiliyorsunuz. Ama en sağlıklısı bir az aşağıda olan Belediyenin otoparkıdır. Bu şirin köy aslında 1923 nüfus mübadelesi öncesinde Ortodoks nüfusu yoğunlukta olan bir Rum köyüymüş. Kurtuluş savaşından sonra burada yaşayan Rum halkı ile Türkler yer değiştirmiştir. Adı Çirkince olan bu köyün ismi Cumhuriyetin ilk yıllarında Şirince şeklinde değiştirilmiştir.
Şirince’nin hemen girişinde Şirincem adlı bir restoran var, otantik konsepti var, çok tatlı, ama hizmetler ve lezzetler konusunda çok iyi değiller.
Daha sonra da Şirince’nin şirin sokaklarını gezip, hediyelik eşya veya şarap alış-verişi yapabilirsiniz. Şirince meyve şarapları ile ünlü bir yer, aslında orada üretim yok, ama bazı çeşitler Selçuk’ta üretiliyor. Karadut şarabı ise spesifik şarabı sayılıyor. Görülecek yerleri ise Aziz John Baptist Kilisesi ve Saint Dimitrios Kilisesidir. Kiliseler akşamlar kapalı oluyor.
Şirince’de konaklama seçeneği çok az ve fiyat performans olarak tatmin edici olmadığı için, akşamında Selçuk’a geçip, orada konaklamak daha mantıklı oluyor.
4. Gün – Selçuk, İzmir
Efes Antik Kenti yaz döneminde sabah saat 8’de açılıyor. Ne kadar erken giderseniz o kadar keyif alırsınız. Hem sıcak hem de kalabalık olmadan gezebilirsiniz. Efes’te Deneyim Müzesi ile başlamak gerekiyor. Çünkü hiçbir şey araştırmadan/okumadan gitseniz bile orada kısa bir tarihi bilgi edinmiş oluyorsunuz, gezerken gördükleriniz hakkında bilgi sahibi olduğunuz için daha etkileyici oluyor. Deneyim Müzesinin kendi gişesi var, müze kart sahipleri için de ekstra ücrete tabiidir. Bunun dışında Yamaç evler de ekstra ücret ödeyerek giriş yapıyorsunuz. Genel olarak burasını gezmek için en azı 3-4 saat ayırmanız gerekiyor.
Efes Antik Kenti ilk olarak Efes’in bugünkü Ayasuluk tepesi eteklerinde bir liman şehri olarak Hititler tarafından M.Ö 1500-1400’de kurulan Apasa olduğu tahmin edilmektedir. Limanın alüvyonlarla dolması ve kullanılamaz hale gelmesi ile ilk Efes’in sonu olduğu düşünülüyor. Daha sonra yeri birkaç kere değiştirilmiştir. Tarihi boyunca Iyonlar (Yunanlar), Kimmerler, Lidyalılar, Büyük İskender, İskender’in generali Lysimachus, Seleucid İmparatorluğu, Mısır, Bergama Kralı, Roma İmparatorluğu, Bizans, Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilmiştir. 15.yy. sonlarına doğru şehir tamamen terk edilmiştir. Antik dünyanın en büyük yerleşim yeri olma özelliğine sahip Efes aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunuyor.
İsterseniz Efes Antik Kentine girmeden önce, isterseniz gezi sonrası Yedi uyuyanlar ve Meryem Ana Evi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Burada gezinizi bitirdikten sonra Selçuk merkeze gelip, Efes arkeoloji müzesinin hemen karşısında yerleşen Agora restoranında öğle yemeği yiyip daha sonra müzeyi gezmeye başlaya bilirsiniz. Sonra da yürüyüş mesafesinde olan Artemis tapınağına gidebilirsiniz.
Efes Arkeoloji Müzesi- Efes Antik Kenti’nden çıkarılan arkeolojik eserlerin toplandığı bu müzede Antik Çağ’dan Osmanlı dönemi de dahil olmak üzere yakın geçmişe kadar çok sayıda mitolojik heykeller, objeleri bir arada görebilirsiniz.
Artemis Tapınağı- Tapınağın yerinde görülecek fazla bir şey yok. Sadece bir sütün tam denilecek şekilde görülebiliyor. Ancak değeri o kadar büyük ki dünya harikaları arasında yer alıyor. 127 sütundan oluştuğu bilinen bu muazzam eser maalesef günümüze ulaşamamış. Tapınağın modelleri ve çıkarılan eserler Efes Müzesi’nde sergileniyor, bu nedenle müze gezisin sonrasında gitmeniz daha etkileyici olacaktır. Maalesef bu muazzam tapınaktan bulunan birçok arkaik kalıntılar, değerli heykeller ve arkeolojik eserler bu müzede değil, Londra’da British Museum’da sergilenmektedir. Artemis Tapınağı sunağında bulunan Amazon, Part anıtı ve bronz atlet heykeller ise Viyana’da Neue Burg içerisinde Efes bölümünde sergileniyor.
St. John Bazilikası- Efes Antik Kenti’ndeki Artemis Tapınağı’ndan sonra inşa edilen en büyük dini yapı olma unvanına sahip. Selçuk içerisinde yerleşiyor. Bu gezi sonrası ise çok yakındaki çarşı içerisinde gezerek, akşam surların yanındaki kafelerde yemek yiye bilir, bir şeyler içerek vakit geçirebilirsiniz.
5. Gün – Selçuk/İzmir- Karacasu/Aydın
Selçuk Çamlık Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi- burasını kahvaltı için tercih edebilirsiniz Önceden arayıp rezervasyon yaptırmanız ve kahvaltı için gittiğinizi bildirmenizde fayda var. Aksi taktirde servisi çok bekliyorsunuz. Yemek sonrası müzeyi dolaşıyorsunuz. Kahvaltı yapmak istemezseniz, ücretli şekilde sadece müzeyi de gezebilirsiniz. 1991 yılında açılmış bu müzede 30 farklı buharlı lokomotif var. Türkiye’nin ilk demir yolu hattı İzmir-Aydın demir yolu o dönemlerde Çamlık’tan geçiyormuş, bu nedenle alanı bu şekilde müzeye dönüştürmüşler. Şu anda lokomotifler bakımsız kalmış, bazılarının üzerindeki bilgi tabelaları silinmiş, paslanmış kaybolmuş. Ama yine de gezmesi çok zevkli bir alandı.
Afrodisias Antik Kenti Lokomotif Müzesinden 2 saatlik sürüş mesafesindedir. Afrodisias adını aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’den alan, özellikle Roma çağında Aphrodithe tanımı ile ünlenmiş antik bir kent olup, günümüzde de çok iyi korunmuş anıt yapıları ile Türkiye’nin en önemli arkeolojik yerlerinden biridir. 2017'de UNESCO Dünya Miras Listesi'ne kaydedilmiş, tarihi M.Ö 5000’lere kadar giden prehistorik bir yerleşimdir. Aphrodisias hem de antik dünyanın en iyi korunmuş stadyumu ve anıtsal tapınak kapısıyla ünlüdür. Antik şehir girişindeki Afrodisias Müzesi'ndeyse, kazılarda çıkan eserler sergileniyor. Burayı gezmek için 1,5-2 saat yeterli oluyor.
Antik kent gezisi sonrası Karacasu, Geyre de yerleşen otantik Anatolian restorana gidebilirsiniz, yemekleri çok lezizdi. Menü vermediler, bu gibi durumla karşılaşırsanız önceden siparişlerinizin fiyatını sormanızda fayda var. Buradan çıktıktan sonra Denizli’ye doğru yola çıkabilir, orada konaklayabilirsiniz.
6. Gün- Denizli
Laodikeia Antik Kenti- sabah erken saatlerde buradan başlaya bilirsiniz. Gezmek için en azı 1,5-2 saat ayırmanız gerekecek. Laodikyanın Hıristiyanlık dünyasında önemli bir yeri var. Hıristiyanlığın ilk 7 kilisesinden biri burada bulunuyor ve kent kutsal hac merkezi olarak da kullanılmış.
Laodikeia Antik Kenti UNESCO Dünya Geçici Miras Listesi’nde yer almaktadır.
Pamukkale’de Hierapolis Antik Kenti, Kleopatra Havuzu, Hierapolis Arkeoloji Müzesi ve Pamukkale Travertenleri aynı alan içerisinde bulunuyor. Pamukkale’nin hakkını vererek gezmek için buraya minimum 4-5 saat ayırmak gerekli. Alanı daha rahat gezebilmek adına Güney Kapısından giriş yapmanızı tavsiye ederim. Alana girdikten sonra sağ taraftan giden patika yolu izleyerek Hierapolis Antik Tiyatroyu, Sekizgen Kilise’yi ve diğer yapıları gezip sonra Kleopatra Havuzu, Hierapolis Arkeoloji Müzesi ve Travertenler şeklinde ilerlemek burayı gezmenin en rahat yoludur.
Kleopatra Havuzu- M.S. 7. yüzyılda yaşanan depremde oluşan çukura Hierapolis Antik Kenti’nin sütunlarının devrilmesiyle ortaya çıkmış.
Antik havuzun suları yaz kış değişmeyen 36 derece sıcaklığa sahip ve kalp, romatizma, deri hastalıkları gibi birçok rahatsızlığa iyi geldiğine inanılıyor.
Hierapolis Arkeoloji Müzesini Kleopatra havuzundan çıkıp travertenlere giden yol üzerinde göreceksiniz. Aslında gezeceğiniz yer Hierapolis Antik Kenti’nin en büyük yapılarından olan Roma Hamamı. 1984’ten beri arkeoloji müzesi olarak kullanılan yapıda heykeller, tiyatro buluntuları ve daha birçok eseri görebilirsiniz. Çevre bölgede çıkan eserler de bu müzede sergileniyor.
Pamukkale- UNESCO Dünya Mirası Koruma listesinde yer alan bir doğa harikasıdır. Burada belli kurallara dahilinde gezilebiliyor. Şöyle ki, oluşumunu tamamlamamış travertenlere giriş yasak, üzerinde yürüyebileceğiniz travertenlerde ise ayakkabıyla yürümek yasak.
Kaklık mağarası- damlataş, sarkıt ve dikitlerle süslü olup, Pamukkale’de bulunan travertenlere benzeyen traverten basamaklardan oluşan bir mağaradır. O nedenle de burası Küçük Pamukkale veya Mağara Pamukkale olarak da anılıyor. Mağara içerisinde renksiz ve kükürt kokulu olan termal sular var. Denizli’ye 30 km mesafede bulunuyor. Eğer kokudan, fazla nemden rahatsız oluyorsanız, o kadar mesafe gitmeye değecek kadar beklentilerinizi karşılamaya bilir. Gittiğinizde sevimli spor ayakkabınızla girmenizi tavsiye etmem, yerler ıslak, bazı alanlar su ile dolmuş ve kaygan olduğundan terlik veya sandalet gibi ayakkabıyla ve uzun olmayan etekle girmeniz daha sağlıklı olacaktır.
Denizli merkezde birçok mekanlar bulunuyor, burada akşam yemek yiyip, vakit geçirebilirsiniz.
Denizli kebabını mutlaka deneyin, elle yeniyor, kg ile sipariş alınıyor. Kebapçılar daha çok Bayramyeri meydanı tarafındadır.
7. Gün- Denizli -Uşak
Denizli’de teleferik ile yaylaya doğru kalkıp, oradaki kafede kahvaltı yapabilir veya manzaraya karşı bir kahve içip ine bilirsiniz. Eğer vaktiniz var ise güzel manzaralı yollar ile Bağbaşı yaylasına yürüyebilirsiniz. Teleferik kafenin oradan yaylaya ücretsiz dolmuşlar da mevcut, onları kullanarak ta yayalaya gidebilirsiniz.
Denizliden çıkıp, Uşağa doğru yol alıyoruz. İlk durağımız Ulubey Kanyonu oluyor.
Ulubey Kanyonu dünyanın sayılı büyük kanyonlarından biridir. Kanyonu’nun uzunluğu 45 km, derinliği ise 50-140 metre arasında değişiyor. Kanyon boyunca antik dönemlerden kalma su kanalları, kaya mezarları ve mağaraları görebilirsiniz. Ahşap merdiven ve bazı yerlerden patikalardan oluşan bir yürüyüş yolu ve bu muazzam manzarayı seyretmek için cam terası bulunuyor. Kanyonun dibinde Banaz ve Ulubey çayları akıyor. Gittiğinizde spor ayakkabı ve rahat giyimde olursanız, 1 km’lik bir yürüyüşle kanyon deresine de ine biliyorsunuz. Köpeğiniz varsa, iletişiminiz iyiyse, burada onunla da gezebilirsiniz. Köpeğim Hera benimle kanyon deresine kadar indi.
Clandıras Su Kemeri – Banaz çayı üzerinde yer alan bu köprünün Lidyalılar tarafından Pepouza Antik Kenti’ne su taşımak için inşa edildiği düşünülmektedir. Burada da ahşap yapılı bir yürüyüş yolu bulunuyor. Eğer uygun kıyafetiniz ve ayakkabınız var ise Pepouza Antik Kentine kadar yürüyebiliyorsunuz. Maalesef yön tabelaları yok, sadece bazı yerlerde taşlara boya ile işaretler koyulmuş ve yollar birçok bölümde zorlu kayalıklardan oluşuyor.
Pepouza Antik Kenti montanizm adlı hristiyanlık tarikatının ortaya çıktığı yer olarak biliniyor. Burası bir Frigya yerleşimidir, dağlara oyulmuş bir kenttir.
Uşak merkez – akşamı da merkezde gezebilirsiniz. Uşakta insanlar Türkiye’nin diğer yerlerine kıyasla çok soğuk diyebilirim. Tarhana çorbası dışında yöresel yemek pek yok desem yanlış olmaz.
8. Gün – Uşak
Uşak Arkeoloji Müzesi – 43 koleksiyon ve 2000 eser sergilenen bu müzenin, 3. Katı Karun hazinelerine ayrılmış. Bu müze daha önce çok rastlamadığım şekilde fazla her bir terimin açıklaması ile yazıldığı, fazla bilgilendirici bir müzeydi.
Uşak Kent Müzesi- Türkiye’de sokakları aydınlatma maksadıyla elektriğin ilk kullanıldığı kent Uşak olmuş. İlk kez kullanılan elektrik, bu binanda üretilmiş ve dağıtımı yapılmıştır. Bu süreçleri anlatan kısımlar, bunun dışında folklorik değerler ve birçok konuda bilgiler ve maketler bulunuyor. Gezmesi keyifli bir müze ve ücretsizdir.
Tarihi Uşak Evleri – Kurtuluş, Karaağaç ve Işık mahallerini gezebilirsiniz.
Buradan da yolculuk EV’e doğru. Başka seyahatlerde görüşmek üzere, keyifli gezmeler.
Önemli notlar;
- Tüm müze ve ören yerlerinde müze kart geçerlidir. Ekstra ücret olanlar yazı içerisinde not düşülmüş.
- Plan yaparken müzelerin kapanış saatlerini göz önünde bulundurun. Yaz döneminde Efes dahil birçok müze akşam saatlerinde de açık oluyor.
- Zamanınız olursa bu rota üzerinde bulunan Magnesia ad Meandrum, Nysa Antik Kenti, Tripolis Antik Kenti, Sebaste Antik Kenti, Blaundus Antik Kenti de gezebilirsiniz.
- İzmir’de evcil hayvan dostu otel bulmakta hiç zorlanmayacaksınız, ancak Denizli ve Uşakta maalesef çok kısıtlı seçenek mevcut. Bu illerde AirBnB den evcil hayvan kabul eden ev kiralamak daha rahat olacaktır.
0 Yorum
Yorum Ekle